Geçtiğimiz hafta kimi basın organlarınca mega köy diye adlandırılan İstanbul’un ikitelli bölgesini sel aldı. Durum gerçekten de doğup büyüdüğümüz bu şehirde hiçte alışkın olmadığımız ve karşılaşmadığımız boyutta bir felaketti. Televizyonu açtığımda gördüklerime inanmakta güçlük çektim. Basın ekspres yolu diye adlandırılan ve Atatürk hava limanına ulaşan en önemli yollardan biri olan bu yol denize doğru sel olmuş akıyordu. Tabi sel önüne ne kattıysa alıp götürdü. Araçlar, yapılar, insanlar, hayvanlar böylesi bir felaket tropikal iklim kuşaklarında karşılaşılan türdendi. Bu felaketin sorumluları (her ne kadar şimdilik kimse kendisine pay çıkartmıyorsa da) elbette ki Devlet yönetimi ve bağlantılı olarak da yerel yönetimlerdir. İmara uygun olmayan bir bölgeyi sanayi bölgesi haline getirip dere yataklarındaki yapılaşmaya acaba kimler izin verdi? Bu konuda aslında konuşulacak ve yazılacak o kadar çok şey var ki ancak maksat ve mevzuumuz itibarı ile dilerseniz bu konuları ilgililerine bırakıp esas değinmek istediğimiz konuya geçelim.
Bu sel felaketinde tüm kayıplarımız bizim için elbette ki son derece önemlidir. Ancak beni en çok etkileyen şu yük taşıma aracının servis amaçlı kullanıldığı esnada sele kapılan ve arkası kapalı olan araçtan çıkamayarak boğulan 7 kadın hazır giyim işçimizin trajik biçimde kayıplarıdır. Bu arada bu gün haber bültenlerine yansıyan bir bilgi yaralı durumda bir kadın işçinin daha vefat ettiği ve araçta ölen işçi kadınlarımızın sayısının 8 kişiye ulaştığı yönündeydi.
Bu insanların yaşam öyküleri basın organlarına çeşitli biçimlerde yansıdı. Kimileri anaydılar, kimileri gelinlik çağda genç kızlar kısa süren yaşamları bir panel minibüsün arka kasasında üstelik de çamurlu sularda boğularak sonlandı.
Düşünsenize ne kadar trajik sanayinin başkenti İstanbul’da kimileri kliması olmayan servis araçlarına bile binmezken bu kadınlar panel minibüsün arka bölümünde işe gidiyorlardı. Sonra aniden sel geldi aracın önündeki (şoför mahalli) 3 kadın camlardan çıkarak kurtulabildiler ama arkada yani kapalı bölümde olanlar aynı şansa sahip değillerdi. Bu olay sonucunda işyeri sahibi ve idari işler yöneticisi göz altında şoförse serbest bırakıldı.
Konunun adli süreci devam edecek ancak hiç şüpheniz olmasın ki bu kişilerde ceza yasamızda bulunan taksirli suç yani tedbirsizlik ve dikkatsizlikle ölüme sebebiyet suçu çerçevesinde kısa bir süre sonra serbest kalacaklardır.
Oysaki felaketin meydana geldiği bölge sanayi yönünden son derece yoğun bir bölge ve bu bölgedeki işyerlerinde 10 binlerce işçi çalışıyor. Bu işçileri sabah akşam işe taşıyan binlerce servis aracı var. Bu araçlar trafik denetleme şube müdürlüğü ekipleri tarafından denetleniyor olmalı. Kim bilir daha nice işçi hangi tip araçlarla işe getirilip götürülüyor. Bunu da bilmiyoruz ve ne yazık ki ancak bu türden bir facia yaşanılırsa yapılan usulsüzlük de ortaya böylece çıkıyor.
Şimdi bu işçilerimizin sigortalı olduğunu varsayıyoruz ancak olmadıkları yani işverence sigortasız çalıştırıldıkları tespit olunsa dahi yasa gereği sigortalı sayılacaklarını[1] ve geride kalanlarına yapılması gereken sigorta yardımlarının yapılacağını hatırlatmak isteriz.
Diğer taraftan bu kazanın her ne kadar araç servis aracı uyumlu bir araç olmasa da söz konusu olayın bir işe getirilme esnasında gerçekleşmesi sebebiyle iş kazası sayılacağı konusu açıktır.
Bilindiği üzere iş kazaları ülkemizde çalışma ve Sosyal güvenlik Bakanlığı ve SGK müfettişlerince[2] incelenmekte ve müfettişlerce öncelikle bakılan konu meydana gelen kazanın bir iş kazası sayılıp sayılmayacağıdır. Gerek iş ve gerekse de SGK mevzuatımızda işyerlerinin eklentilerinin ve servis araçlarının da işyeri gibi kabul edileceği hususu açıkça yer almaktadır. Dolayısı ile buralarda meydana gelen kazaların iş kazası sayılacağı konusunda da tereddüt yoktur.
Burada olayın bir sel felaketi şeklinde gerçekleşmesi ve kazaya uğranılan aracın aslında servis aracı olmadığı konuları kafa karıştırabilir. Ancak bu faktörlerin kazanın mahiyetine bir etkisi olmayacaktır. Çünkü adı geçen kurumlarca göz önüne alınan öncelikli konu kazanın nerede meydana geldiğidir. Yani kaza yerinin iş yeri veya eklentisi olup olmadığıdır.
Somut olayımızda işçilerin kazaya uğradığı yer işverence sağlanan ve servis amaçlı kullanılan bir araçtır. Bu da olayın iş kazası sayılması bakımından yeterlidir[3]. Olayın oluş biçiminin sel felaketi oluşunun ise iş kazası niteliğine bir etkisi yoktur. Bu konuyu geçmiş dönemde (506 sayılı yasa döneminde) verilmiş bir Yüksek yargı kararı özeti ile somutlayalım dilerseniz.
Ö Z E T : İşverenin tahsis ettiği servis aracıyla işe topluca gidiş-geliş sırasında uğranan kazalar iş kazalarıdır. İşi nedeniyle işveren tarafından tahsis edilen özel bir araçla işe gidip gelme de toplu servis aracından farklı değildir. Aksi, yasa koyucunun amacı ve sosyal güvenlik ilkeleriyle bağdaşmayacağı gibi, hem lojik olmaz hem de çoğun içinde azın da bulunacağı ilkesiyle bağdaşmaz.[4]
Sonuç itibarı ile derelerin akış yollarını yanlış yapılaşmalarla tıkamak suretiyle yaratılan bu suni felaket sonucunda yaşamını yitiren vatandaşlarımızın uğradığı niteliği bakımından aynı zamanda bir iş kazasıdır.
“Ölenle olana çare bulunmaz” diye bir özdeyişimiz vardır. Kaybettiklerimiz elbette ki geri gelmez. Ancak yaşanılanlardan dersler çıkartılarak yeni facialar önlenebilir. Bu zihniyetle bunu başarabilecek miyiz ne dersiniz?
[1] SGK yasamızın 92.maddesine göre sigortalılık zorunludur.
[2] Üç kurum birleştirildiğinden müfettişlerde Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı çatısı altında birleşmişler ve bu müfettişler artık Sosyal güvenlik kurumu müfettişi adını almışlardır.
[3] SGK yasası md.13 “işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında”
[4] Y.10 H.D. E. 1991/15658 K. 1992/6893 T. 19,06,1992