Kriz dönemlerinde İnsan kaynakları çalışanların güvenini nasıl korumalı?

Küresel ekonomik krizden çalışanlar paylarını almaya hızla devam ediyorlar. Ülkemizde açıklanan işsizlik rakamları çift haneliye ulaşırken işsiz sayısı Eylül 2008 itibariyle geçen yıla göre 295 bin kişi artarak 2 milyon 548 bin kişiye yükseldi. Dünyaya baktığımızda da görünüm çok farklı değil OECD Genel sekreteri Angel Gurria “ 2010’da işsizlik yüzde onlara çıkacak OECD’ de 10 milyon dünyada ise 20 milyon kişi işsiz kalacak” dedi.

 

Bu öngörülerin gerçekleşmemesi en büyük dileğimizdir. Ancak ortada birde henüz başlarında bulunduğumuz ciddi bir kriz gerçeği var ve bu gerçek her geçen gün kendini giderek daha fazla hissettiriyor.

 

Ülkemizde de çalışanların neredeyse önemli bir bölümünü işlerini kaybetme korkusu sarmış durumda. Bunun önemli nedenlerin den biri şüphesiz ki; daha çok yakın tarihlerde karlılıklarını boy, boy gazete ilanları ile açıklayan ve bunuçalışanları ile başardıklarını ilan eden kimi finans kuruluşlarının ilk önlem olarak yine binlerce çalışanlarını işten çıkarmalarıdır.

 

Pekiyi ama bu işten çıkarmalar karşısında acaba çalışanları en önemli kaynak olarak gören İnsan kaynakları yetkilileri neler düşünüyor. Daha önemlisi de ÖNCE İNSAN, EN ÖNEMLİ SERMAYEMİZ ÇALIŞANLARIMIZ gibi kulağa hoş gelen şiarlarla ortaya çıkan İnsan Kaynakları departmanları için önlerine konulan fesih bildirimlerini imzalarken acaba çalışanlar neler düşünüyor.

 

1990’lı yılların başında ülkemizde de yaygın bir eğilimle yükselişe geçen İnsan kaynakları kavramı kuruluşlarda devrim niteliğindeydi.

 

Gerçekten de1970‘li ve 1980’li yılların Endüstriyel ilişkiler ağırlıklı işletme stratejileri yerini insan faktörünü temel aldığı iddiasında olan ve çalışanların motivasyonlarını arttırarak onların işletmelerine olan aidiyet duygularının geliştirilmesi ve işletmeye sağladıkları katma değerin arttırılması, eğitilmeleri, performanslarının ve kariyerlerinin yönetilmesi gibi önemli işlevleri olan İnsan kaynakları departmanlarına bırakıyordu.

 

Kimi kuruluşlarda (özellikle aile ve patron şirketleri) kuşkuyla bakılsa da artık kurumsal olan tüm yapılarda İnsan Kaynakları departmanı en stratejik departmanlardan biri olarak görülmeye başlanmıştı.Hatta kurumsal olmayan yapılar dahi bir gösterge olması bakımından İnsan Kaynakları departmanı kurdular yada var olan personel departmanlarının adını değiştirdiler. Bu arada  İnsan kaynakları uzmanlığı da doğal olarak günün en gözde meslekleri arasında yerini almakta gecikmedi.

 

Çalışanlar ise önceleri tereddütle yaklaştıkları İnsan Kaynakları eğilimlerinin kendilerine eğitimlerle kişisel ve mesleki gelişim sağlayacağı, kariyer yaşamlarına katkıda bulunacağı, uygulanan performansa dayalı ücret sistemleri ve politikaları sayesinde özlük haklarında olumlu gelişmelerin olacağı ve çalışma koşullarının iyileşeceği inancıyla olumlu baktılar.

 

Şimdi (kimileri) çatık kaşlı, ağırlıklı olarak İş Hukuku bilen, disipline dayalı yönetim anlayışına sahip Personel yöneticilerinin yerini alan güler yüzlü  İnsan Kaynakları yöneticileri sayesinde çalışanlar neredeyse artık sendikalara bile ihtiyaç duymayacaklardı. Çünkü İnsan kaynakları onların tüm haklarını “koruyordu” zaten.

 

2000’li yıllara gelindiğinde ise İnsan kaynakları  departmanları ve sistemleri kuruluşlarda artık iyice oturmuş, çalışanlar ve diğer yöneticiler tarafından benimsenmişti. Ancak bilindiği gibi bu yıllarda ülkemize özgü iki kriz yaşandı (2001 ve 2004 krizlerinden söz ediyoruz)

 

İşte bu kriz dönemlerinde çalışanlar İnsan kaynaklarına karşı bir güven erozyonuna uğramaya başlayacaklardı.Çünkü En değerli kaynak İnsan ve önce insan söylemleriyle gönülleri fetheden İnsan kaynakları şimdi ÖNCE İNSANI ATIN demeye başlamıştı.

 

Gerçektende anılan kriz dönemlerinde on binlerce çalışan işini kaybetti. İş Hukuku açısından son çare olarak kabul edilen işten çıkarma genellikle ilk çözüm olarak görüldü.İnsan kaynakları departmanları ise üst yönetimlerin aldığı bu toplu çıkarma kararları karşısında geçmişte olduğu gibi işin hukuksal boyutuna ilişkin danışmanlık ve fesihleri tebliğ makamı vazifesi gördü.

 

Yani bir anlamda geçmiş (personel yönetimi) dönemindeki uygulamalara aynen geri dönülüyordu. Şimdi bu güne baktığımızda aradan geçen yıllar ve yaşanılan deneyimlerin ardından değişen pek bir şeyin olmadığını görüyoruz.

 

Yine aynı sahneler canlanıyor. Krizin daha adı duyulduğunda ÖNCE İNSANI ATIN politikaları devreye gecikmeden giriyor. Aylar önce karlılıklarını reklam aracı olarak kullanan ve büyümeden bahseden bunu da en değerli kaynakları olan İnsan faktörüyle başardıklarını belirten kimi kuruluşlar şimdi bu insanlarını kapı önüne koyuveriyor.

 

Oysa ki İnsan Kaynakları için bu kriz çalışanların kaybolan güvenleri geri kazanmak açısından bir fırsat olabilir.

 

Her şeyden önce işini kaybetme kaygısı nedeniyle psikolojisi bozulan ve verimliliği düşen çalışanlara bu konuda psikolojik destek sağlamak ardında da personel maliyetlerini üst yönetime rapor etmek ve işçi azaltımı ile tasarruf sağlamak yerine yeni iş yasamızla da çalışma hayatımıza giren bazı a-tipik çalışma uygulamalarını üst yönetimlere önermek.

 

İş Hukukunun işçiyi feshe karşı koruyan hükümlerini gündemde tutmak, çalışanlarla ve sendikalarıyla işveren arasında iş sözleşmesinin feshi dışında alternatif olabilecek her türlü uygulamalara ( kısmi çalışma,ücretsiz izin,yarım ücret vb.) aracılık etmek gibi İnsan kaynaklarının çalışanları fesihten korumaya yönelik çabaları elbette ki artık inandırıcılığını iyice yitirmeye başlayan İnsan kaynaklarına prestij kazandıracaktır.

 

Dünya ve ülkemiz elbette ki zorlu dönemleri aşacak ve düzlüklere çıkacaktır. Bu zorlu süreçte mutlaka ekonomik kayıplarda yaşanacak ancak güzel günlere döndüğümüzde ortada güven sorunu kalmamalıdır. Çalışanlarımız en azından şunu bilseler bile bu onlara yetecektir bence.

İnsan kaynakları zor dönemde çalışanlar açısından elinden gelen her şeyi yapmıştı.