Geçtiğimiz ay Türk Hava Yolları çalışanlarının toplu sözleşme görüşmeleri tıkanmış bir sürece girmişken ve kapıda grev görünürken Hükümetin bir torba yasa ile havacılık sektörüne grev yasağı getirmesi çalışanların tepkisine neden olmuştu. Bu tepkilerini basın açıklamaları ve iş yavaşlatma gibi araçlarla kamuoyuna duyurmak isteyen çalışanlardan üç yüz beşinin iş sözleşmeleri THY yönetimince fesih edildi.
THY yönetimi bu fesih işlemini 2822 sayılı Toplu iş sözleşmesi grev ve Lokavt Kanunun 45 ve 70. Maddelerine dayandırmaktadır. Bu maddeler yasanın kanunsuz grev ve lokavt ile ilgili maddeleridir.
Bizde bu yazımızda gelişen bu somut olay çerçevesinde karşımıza çıkan grev yasağı, kanunsuz grev gibi kavramlar üzerinde durarak konuyu değerlendirmeye çalışacağız.
Öncelikle grevin Anayasal ve dolayısı ile yasal çerçevede gerçekleşmesi koşulu ile bir hak olduğunu belirtmeliyiz. Bununla birlikte grev hakkı olmaksızın işçiler bakımından örgütlülüğün ve toplu sözleşme hakkının anlamı önemli ölçüde ortadan kalkmaktadır.
Aslında ülkemizde yönetimler tarafından işçi hareketlerine hiçbir dönem pekte sıcak bakılmamıştır. Özelliklegrev erteleme gerek 275 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanununun (TİSGLK) yürürlükte olduğu 1963-1980 döneminde gerekse 2822 Sayılı TİSGLK’nın yürürlükte olduğu 1983 yılından bu yana Hükümetlerin sıklıkla başvurduğu bir yöntem olmuştur.
Ülkemizde grev hakkının tarihsel gelişimine kısaca göz atacak olursak;
İlk sendikalar kanunun 1947 yılında çıkartılmasına karşın bu yasa grev hakkı içermiyordu. İşçilere ancak 1961 Anayasası sonrasında 15 Temmuz 1963 yılında çıkarılan işçi sendikası Kanunu ile grev hakkı tanınmıştır. Ancak 1980 askeri darbesi ile birlikte işçiler grev haklarını yeniden yitirmişlerdir.
Aralık 1983’te yeniden demokratik yaşama geçilmesine dek işçiler grev haklarını kullanamamışlardır. 1982 Anayasası sendikal haklar, toplu pazarlık ve grev hakkını yeniden düzenlemiştir. Ancak Yeni anayasa ile grev
hakları kısıtlanmıştır. 2822 sayılı Yasa ile işkollarının önemli bir bölümüne grev yasağı getirilmiştir. Ayrıca, grev yapılabilir olan işkollarında da ciddi kısıtlamalar söz konusu olmuştur.
Askersel dönemin izlerini taşıyan gerek 2821 sayılı sendikalar kanunu ve gerekse 2822 sayılı toplu iş sözleşmesi grev ve lokavt kanunu bizimde üyesi olduğumuz ve sözleşmelerine imza attığımız Uluslararası Çalışma Örgütü’nün denetim mekanizmaları (Uzmanlar Komitesi, Aplikasyon Komitesi, Sendika Özgürlüğü Komitesi) tarafından yıllardır eleştiri konusu yapılmıştır.
Yıllardan beri süregelen bu eleştiriler karşısında 2821 ve 2822 sayılı yasalarda değişiklik yapılarak bu yasaların daha demokratik hale dönüştürülmesi süreci yaşanırken ve grev yasağı olan iş kollarının sayısı azaltılırken Havacılık hizmetlerine anılan torba yasa ile alel, acele grev yasağı getirilmesi sanırız ki THY çalışanlarının bu tepkilerine neden olmuştur.
Bu açıklamalardan sonra dilerseniz şimdi kanunsuz grev tanımına bakarak konumuzu sürdürelim. Öncelikle yasal bir grevin ilgili yasa çerçevesinde gerekli prosedür tamamlanarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Yani toplu sözleşme görüşmelerinin anlaşma ile sonuçlanmaması gibi bir sonucun ardından arabuluculuk aşamasından geçilmesi ve bir sonuç alınamaması, uyuşmazlık tutanağı, yetkili sendikanın ilgili işyerinde grev oylaması yapması ve gerekli çoğunluğun sağlanarak grev kararı alınması, kararın tebliği, gibi süreçlerin tamamlanması gerekmektedir.
Yasanın 25. Maddesinin 3. Fıkrası ise kanun dışı grevi tanımlamaktadır. “Kanuni grev için aranan şartlar gerçekleşmeden yapılan greve kanun dışı grev denilir. Siyasi amaçlı grev, genel grev ve dayanışma grevi kanun dışı grevdir. İşyeri işgali, işi yavaşlatma, verimi düşürme ve diğer direnişler hakkında kanun dışı grevin müeyyideleri uygulanır.
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, milli egemenliğe, Cumhuriyete, milli güvenliğe aykırı amaçla grev yapılamaz.”
Görülebileceği gibi yasal çerçevede tanımlanmış kanuni grev dışındaki eylemleri yasa açık bir biçimde kanun dışı grev olarak tanımlamaktadır. Ayrıca kanun dışı greve ciddi yaptırımlarda öngörülmektedir. Yasanın 45. Maddesinin 1. Ve 2. Fıkraları bu yaptırımlara ilişkindir.
“Kanun dışı grev yapılması halinde, işveren, böyle bir grevin yapılması kararına katılan, böyle bir grevin yapılmasını teşvik eden, böyle bir greve katılan veya böyle bir greve katılmaya veyahut devama teşvik eden işçilerin hizmet akitlerini, feshin ihbarına lüzum olmadan ve herhangi bir tazminat ödemeye mecbur bulunmaksızın feshedebilir.
Kanun dışı bir grev yapılması halinde, bu grev veya bu grevin yönetimi ve yürütümü yüzünden işverenin uğradığı zararlar, greve karar veren işçi sendikası veya kanun dışı grev herhangi bir işçi kuruluşunca kararlaştırılmaksızın yapılmışsa, bu greve katılan işçiler tarafından karşılanır.”
THY işçilerinin grev haklarının ellerinden alınması sonucu gerçekleştirdiği eylemin yukarıdaki tanımlamalara uyup uymadığını şu anda bilmiyoruz. Ancak Yargıtay işçilerin bu tür toplu olarak yaptıkları iş üretmeme ve benzeri eylemlerde genellikle kanunsuz grev değerlendirmesi yapıp işçiler aleyhinde karar kurmaktadır. Bu arada söz konusu eylemden dolayı THY 2 milyon USD zarar ettiğini açıkladı. Bu durumda İş kanunun 25/2. maddesinde yer alan işçinin işvereni zarara uğratmasına ilişkin fıkrası da devreye girebilir.
Sonuç itibarı ile yasalarımızı askersel dönemlerin izlerini taşıyan maddelerden arıtmak çabasında olduğumuzu iddia ettiğimiz bir dönemde ülkenin askeri rejimle yönetilen dönemlerinde bile olmayan bir yasağı havacılık işkoluna getirerek demokratik anlamda geri bir adım atılmıştır. Son not olarak Devlet memurlarının Grev ve toplusözleşme hakları konusunda AİHM’in verdiği kararları hatırlatmakta fayda var:
AİHM, bir başka kararında sendikacı Erhan Karaçay‘a sendika eylemine katıldığı için verilen cezayı haksız bulmuş ve iki yıl önce Türkiye’yi mahkum etmişti. Strasbourg’daki mahkeme, memurların grev ve iş bırakma hakkını da bu kararla belirtmiş oldu.
AİHM, 2008’de Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Hizmetleri Emekçileri Sendikası’yla ilgili aldığı kararında, “toplu sözleşme hakkı yoksa, sendikal haklar işe yaramaz” diyerek, Türkiye’de memurların toplu sözleşme hakkının olduğunu ortaya koymuştu.