Denilir ki. “Alışkanlık denilen illet erken yaşta gelir, çok kalırmış.”
Çocukken benzerlerini yaşamışsınızdır sanıyorum. Bir çocuk olarak, kelime hazinesi kısıtlı ama içtenliği sınırsız bir çocuk olarak; anneniz, babanız ve öğretmeninizin, bu boyu sizden epeyce uzun, yaşı yaşınızdan ziyade yetişkinlerin anlattığınız bunca basit şeyleri nasıl olup da anlamadıklarına şaşırmışsınızdır.
Eğer hatırlıyorsanız, “eh bu koca insanlar anlamadıklarına göre kesin ben yanlış anlatıyorum” diye düşündüğünüz zamanlar da olmuştur. Çocukların, alışılmış bir işi çok farklı bir yoldan ve daha kolay yapıverdiklerini görmek bizler için ilginç olabilir ama bir çocuk için o sadece öyle, aynen olması gerektiği gibi yapılmıştır ve çözümün enteresan bir tarafı da yoktur.
Çocuklar, bir oyundan sıkıldıklarında hiç üstelemeden kuralları değiştirirler, oyuncaklarına farklı anlamlar ve işlevler yüklerler. Kırarlar, bükerler, eklerler, çıkartırlar yeni bir heyecanla başka bir yön ve yöntem belirleyiverirler yaptıkları işler için, ta ki biz onları bu yaptıklarının doğru veya güzel olmadığına ikna edinceye kadar.
Küçükken evdeki çamaşır leğeninin içinde çeşitli eşyalardan ürettiğim gemileri yüzdürürdüm. En favori gemim de bir Renault 12’in ön cam havalandırma mandallarından biriydi.
Bu tablo yetişkinlerde sıkça raslanmayan bir durumu göstermektedir. Çocuklar uğraşırlar ve kendilerini uydururlar, biz çok bilen öğrenmiş insanlarsa kolayına kaçarız ve kendimize uydurmaya çalışırız herşeyi ve herkesi. Uydurabilir miyiz? Bu konuyu tartışmayı anlamsız buluyorum. Bu sorunun yanıtı hayır’dır çünkü. Siz değiştirmeye çalıştıkça dünya, çevrenizdeki insanlar, işiniz ve eşiniz farklı planları çerçevesinde başka değişikliklere göz kırpacaklardır.
İş yaşamında yetişkinlerin bir erdem olarak dayattığı alışkanlıklara yakından bakarsanız büyük bir kısmının çok da anlamı olmayan, kişisel nedenlerle icat edilmiş kurallara dayalı olduğunu göreceksiniz. Daha da yakından bakarsanız, şu anda konforunuzu sağlayan, size belli bir statü ve görünüş kazandıran alışkanlıkların aslında içten içe özgüveninizi kemirdiğini, sizi alıştığınız alanın dışında yaşayamaz hale getirdiğini göreceksiniz.
Ellerindeki araçları sadece kendi konfor alanları içerisinde deneyenlerin şirketlerinin, evlerinin dışına çıktıklarında aynı araçların işe yaramadığını görmeleri ne hazin.
Bu sonla karşılaşan insanların söylediklerine dikkat ederseniz, konuşmalarında konformizm’in kuş tüyü ile doldurulmuş yorumlarının epeyce yer tuttuğunu görebilirsiniz:
- Ben bu oyunu bu kurallarla son derece iyi oynuyorum, faydama olup olmadığını bilmediğim yeni kuralları denemektense, alıştığım şekilde oynamaya devam ederim.
- Alışkanlıklarım var benim. Evde kumanda cihazı bende değilse huzursuz olurum.
- Hassas bir damağım vardır ve balığa kesinlikle limon sıktırmam.
- Bildik bir tarzda yazılmış bu yazı, hem yeni bir şey söylemiyor hem de tedirgin ediyor durup dururken.
- Biz burda işleri bu şekilde yapıyoruz.
Sıkılmadınız mı artık? Yeterince zeki olan ama zekâsını diline ve eline indirmeyi beceremeyen insanlara meram anlatmaktan. Hiç denemedikleri halde bir fikrin neden işe yaramayacağını bu kadar coşkulu bir şekilde anlatan insanlardan. Erken kalkıp erken yatmaktan, yıllık performans değerlendirmesi sonucunda hissettiğiniz iç sıkıntısından. İstediğiniz yerde olmaktan lakin istediğiniz yerin sizin varlığınızdan habersiz görünmesinden, kırklı yaşlara sakladığınız ağız tadının nerde olduğunu bilmemekten ve diğerlerinden.
Alışanlar için kolay bir önerim var. “İçinizdeki çocuğa sarılın” demeyeceğim size. Hergün ufak, çok ufak bir şeyi değiştirin diyeceğim. Şapkanızı değiştirin mesela, yeni bir bakış açısı kazandırmaz belki ama yeni bir görünüş kazandırır.
Yeni aletler ve yeni insanlarla tanışın, (mümkünse güzel olanlarıyla!) uykularınızın kıymetini bilin, rüyalarınıza dikkat edin. Yeni yaşam rotaları bulun çevrenizde. Kaçkarlardan, Sipil Dağı’ndan bahsetmiyorum illa ki. Bu Sultanahmet Köftecisi kim ola ki, iyi köfteyi nerede yiyebilirim? Sultanahmet’e gelmişken Citadel otelde akşam çayı içsem nasıl olur? Merak edin örneğin. (sırası gelmişken çaya karanfil atan var mı aranızda?)
Halil Cibran, “Rahatlığın kadifeden elleri ve demirden bir yüreği vardır” diyor. Kolayca alıştığımız alışkanlıklardan ne kadar zor vaz geçebildiğimizi bir düşünün. Sigarayı ve diğer bağımlılık yapan maddeleri konu dışı bırakalım. “- Ya olmadık bir anda ihtiyacım olursa” dan hareketle ceplerini asla kullanmayacakları kürdanlarla, atamadıkları kartvizitlerle dolduranları düşünün. Evine farklı yoldan gitmeyi asla beceremeyen, hergün söz verdiğinin tersini yapan ve her yaptığında kahrolan bir dünya insanı düşünün.
Siz karşınıza kucağında yeni doğmuş bebeğini taşır gibi pırıl pırıl fikirlerin yazılı olduğu dosyalarıyla gelen kaç kişiyi ne tür gerekçelerle reddettiğinizi söyleyin, ben de size bir sırası geldiğinde o reddettiğiniz dosyalar nedeniyle başınıza neler gelebileceğini anlatayım.